26 Ara 2010

Ve sersem küçük budala "Tuvaleti kullanabilir miyim?" diye sordu.

Bu sefer yazdıklarım sizi eğlendirmeyebilir. Zira ben hiç eğlenmedim.  Tabii “Sen bunu çoktan hakettin Kaltak!”  diyerek bana karşı sinirlenenbilir, bütün sövgü dolu cümlelerinizi bana karşı tüketebilir, böylece aptal mutsuzluklarınızı benimle törpüleyebilirsiniz. Sizin bileceğiniz birşey, karışmam. Ama bu şekilde işe yaradığımı hissedip yüceleceğimi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.  Tarafsız da olmaz anlatacaklarım, sonuçta beynimdeki görüntülerin ürünü.


26 Kasım:
İllet bir soğuk var.  Bir virüs gibi kulak deliklerimden girip beynimdeki en ulaşılmaz hücrelere saldırdığını hisseebiliyorum.  Titrememek için kendimi sıktıkça daha da üşüdüğümü biliyorum, ama kendimi zaptedemiyorum.  Neyse,  bu soğukta üstümdeki ipek uzun beyaz gömlek (DKNY) ve deri montumun (Gucci) beni sıcak tutmasını beklemiyordum zaten.  Ama bunu hesap ettim desem sadece burnu havadalık yapıp, ben herşeyi önceden düşünürüm ayağına yatmaya çalışmış olurum ki – hoş olmaz.  İşten çıkıp yürüyerek Atıla gitmeye karar verdiğimde soğuk benim için düşünülecek ş
eyler listesinde değildi – tek amacım bir an önce nefes almak.  Acele bitmesini istediğiniz günler olur ya, onlardan biri işte bugün.  Ne sunumları izlerken, ne de harika aksanlı İngiliz abidelerini dinlerken eğlendim. Tek isteğim: “bitse de gitsek”. Kafamda “I dont wanna work today” ve “Je ne veux pas travailler” loopa alınmış halde çalıp duruyor.  Neyse ki beklediğimden daha az ıstırapla atlatıyorum bu lanet işgününü. ( Çalışma bağımlısı biri olarak, bu tavrımı hiç beğenmedim. Ama bana yakıştı bence  yine de)  Apar topar tıkıştırdığım çantamı omzuma takmakla zaman kaybetmeden koşar adım çıkıyorum ofisten ve kapıda sigaramı yakıyorum.  Bugünün kurtarıcısı olmasını sağlamak için Atıl’ı arıyorum. Bu ruhu bozuk halimi çaresizlikle karıştırarak ifade ediyorum ki, gün sonunda beni mutlu ettiğinde (doğal bir şekilde) bir “Kahraman” kompleksine girebilsin.  Evine gitmeyi planlamıştım aslında ama dışarıda buluşmayı öneriyor. Lido'da olurum 1 saate diyor.  Ben de yürüyerek gitmeye karar veriyorum. İşte bu iliklerime işleyen soğuk, o kararımın lanet meyvesi. Belirlenen noktaya ulaştığımda Atıl’ı siyah wayfarerları ve dehşet dolu bir yüz ifadesiyle gazetedeki bir makaleye bakarken buluyorum. Yaklaşıp elimi omzuna atıyorum – ne okuyorsun öyle diyorum.  “Saçmasapan bişey”diyor  gülerek, kapatıyor sayfayı ve kalkıp reverans yapıyor. (öpüyor yani-  iyice ingilizlerin abartılı kraliyet ruhuna kaptırdım bu ara kendimi)  Tam bir beyefendi olarak sandalyemi de tutuyor oturmam için.  Bu zaman zaman abartılı asilzadeliğini de seviyorum.  Birer espresso içtikten sonra, içecek birseyler alıp  yürümeyi teklif ediyorum.  Gün boyu ofiste fazla hareket edememiş bacaklarım yeni kazandığı özgürlüğünü oturarak harcamak istemiyor.  Atıl da iyi olur, daha rahat konuşuruz diyor. Ve Hyde Park’ta yürümeye başlıyoruz - birer sigara yakıyoruz.  Daha rahat konuşuruz demişti ama tek laf etmiyor.  Birşey demek için ağzını açıp, benim ona doğru bakmamla vazgeçtiğini gördüğümü sanıyorum defalarca.  Hatta bunun olduğuna yemin edebilirim.  Ama sadece hayal ürünüm de olabilir.  Neyse, ben konuşuyorum.  Duraksız konuşuyorum hatta, aptal müşterilerden, kısıtlı beyinlerden, bugün ne kadar sıkıldığımdan ve bu haftasonu İstanbul’a gidip gelmeyi düşündüğümden bahsediyorum.  Atıl da gayet istekli katılıyor konuşmama.  Bu şekilde yaklaşık 1 saat kadar yürüdükten sonra. Artık yorulduğumuzu hissedip oturuyoruz.  Bir sigara daha yakarken bilinçsiz bi şekilde ıslıkla “moon river” çalıyorum.


Atıl da eşlik ediyor. İki aptal parkın ortasında ıslık çalıyoruz.  Bitince de tam bir idiyot gibi kahkahalarla gülüyoruz.  Bunu genelgeçer bir gülme olarak tanımlamak mümkün değil, abartısız 10 dakika durduramıyoruz kendimizi. Ayaklarımı göğsüme doğru çekerek falan gülüyorum, o derece. (Bkz. Kriz. Ya da Histeri.)  Benim bugüne ait öfkem, onun da  (buluştuğumuzdan beri içten içe hissettiğim) anlamsız gerginliği geri çekiliyor bu gülmeyle.  Zar zor kendimizi durdurduğumuzda, yavaşlayan kıkırdamalarının arasından “konuşmamız lazım” diyor Atıl. Konuşalım diyorum tüm ciddiyetimi toplamaya çalışarak ama tekrar kopuyor birşeyler ve yine gülmeye başlıyorum. Lanet herif de bana eşlik ettiğinden durdurmak daha da güçleşiyor. Neyse ki kontrolü ele geçirip susuyorum, onu da durduruyorum – hadi söyle bakalım diyorum.  Kulağıma doğru eğiliyor – Elimi tutuyor ve: “Şeker, bence ayrılalım” diyor.




Bkz. Piç!
Bkz. Koful!

Bu kadar.


9 kisi tepkisini koymus.:

xLarge dedi ki...

Kötü bi yorum belki de ama şaşırmadım...

Lola dedi ki...

Hadi ya? Ben baya şaşırdım oysa.
Yazılarda daha seçilmiş kısımları anlattığımdan olabilir.

xLarge dedi ki...

Seni burası kadar, Atıl'ı anlattığın kadar tanıyorum.
"His" diyelim. Hani emin olamazsın ama bilirsin öyle bi şey.
Ben bile olsam bana inanmazdım artı belki bir nebze etkileşim söz konusu olabilir, o yüzden çıkaramam sesimi...

Lola dedi ki...

Anlattığım kadarını okuduğunuz için teşekkür ederim mösyö, etkileşim dediniz merak uyandırdınız amaç olmadı böyle :)

xLarge dedi ki...

İnan merak edilecek hiç bir şey yok. Sen rahat ol, ben seni "Rahatsız" etmim...

Lola dedi ki...

yok canım estağfirullah. Hep derim, free ol pentini göster.

xLarge dedi ki...

Eski Parizienler bu kadar çekici değildi, hatta bence itici bile olabiliyordu. Ama Penti resmen çağ atlattı günümüz kadınına. O yüzden tebrik eder, ellerini sıkarım.
Yalnız şu meseleyi çoraba kadar indirgemeseydiniz iyiydi. Rencide oluyoz, basite indirgeniyoz hoş değil :)

Adsız dedi ki...

tv başında fazla zaman harcıosun benceeeeee
lola 3
tema 5
atıl 8 -cesur insanları severim-
music 3

Lola dedi ki...

hahah di mi issiz adam uyarlamasi gibi olmus. ayrica 3lere kadar inmemeliydi Lola- ona hakettigini vermelisin bence seker .)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...