5 Haz 2011

Bildiklerimin en azından bu kadarı doğru.

Henüz kayıp biri değilim ama eğilimliyim, başka bir deyişle işin ucundayım. Evimden hızlı adımlarla uzaklaşırken ve kusmak için köşedeki kafenin lavabosuna doğru koştuğumda kesinlikle böyle hissediyorum. Doldurulmuş,istiflenmiş,kokuşmuş tüm bağlantılarımı kusmak için. Sarı, yitik, soluk herşeyi kusmak icin. Aptal kalıpları, yedirilen gereksiz ifadeleri, gercekmiş süsü verilen beynin en hastalıklı halisünasyonlarını. Herşeyi. Ona dair herşeyi. Bana dair herşeyi. Ona ve bana ait olan ama bize ait olamayan herşeyi.



(baya yakınlarda bir zamandan baya bi gün önce)


Dün gece kendi evimde kaldım. Kuzenim döndü ve benim artık bir ev bulmam gerekti. Bulmam birşeyi değiştirmedi gerçi. 1 hafta oldu taşınalı, ve ben 2 gece dışında eve uğramadım. Tahmin edersiniz ki ya Atıl’da ya da dışarıdaydım. Neyse, bu gereksiz ayrıntılardan sonra dün geceye dönelim. (uzun zamandır bihabersiniz, detayla boğmak istemiyorum) İşten 10 gibi çıkıp 100m mesafede olan yeni evime geldim. Güzel bir şarap açmış, dirseklerini  masaya koymuş, yüzünü ellerinin arasına almış ve iç bunaltan tonda görünen nedense cansızlaşmış kumral saçları yüzünün canlı kısımlarını tamamen kamufle etmiş durumda beni bekliyor. (Kim olduğunu bilirsiniz siz) Standarttan üstte eğlenceli bir geceydi diyebilirim. Atılın arada nükseden aptal gelecek temalı konuşmalarından uzak, hicbir şeyi kontrol etmeye cabalamadan, rahat ama sıkıcılaşmadan. Anlatacak pek birşey yok aslında, özetle : güzel şarap, güzel seks, güzel kafa falan.  Yine uykusuz donemlerimdeyim ve saat 4, Atıl kafası omzumda uyuyakalmışken huzursuzlaştım bir an. Nedensiz. Zaten nedeni olmasına gerek yok. Bu da gayet insancıl bir olgu. Camaşır makinesinde oraya buraya carpan ve beyninizi kemiren bir demir pantolon  düğmesi kadar sıradan. Basit. Açıklamasız. Ve uyandırdım Atıl’ı. Sapsal ve saskın gözlerle bana döndü. (Ic ses: kavga etmem lazım) Zira benim yanımda uyuyakalması bence bana yapılmıs büyük bir saygısızlık. (Gerizekalı) Sonra yine nedensiz sakinlesiyorum. Ve bisey yok, uyu diyorum yanımdaki masum, bihaber, ignorant canlıya. Ama bu sefer onun da uykusu kacıyor. Ve tatlı uykusunu bölmemin acısını çıkarmak için bahaneler arıyor. O kadar mantıklı cevaplarla toplarını karşılıyorum ki, hicbir huzursuzluk cıkaramıyor. Ama rahatlamıyor da. Hissediyorum. Baska birsey daha hissediyorum ki aslında canımı acıttığını itiraf etmeliyim sanırım. Son kullanma tarihimizi hissediyorum. Su anda Atılın yanında olmanın benim icin bir artı olmadığını hissediyorum. Artık bana birşey katmadığını hissediyorum. Ama tabi ki ona farkettirmiyorum. En azından bunun icin caba sarfetmiyorum. Ama beni tanıyor. 76% uykulu da olsa da .Saat 5bucuk. Ve Atıl kalkıp gidiyor. Üzülmüyorum. Sorgulamıyorum da. Güzeldi. Hala güzel. Ama bu kadar. Fazlası yok. Bir sigara yakıp pencere kenarında kitabımı okumaya devam ediyorum. 
 Bugün işten cıkıp eve geldiğimde anahtarımın kapımı açamadığı o ana gecelim. Anahtarım boşa dönüyor, ki bu da evde birinin olduğu ve içeride anahtarı kapının üstünde bıraktığı anlamına geliyor. Zile basıyorum, üc bes ondört kere. En sonunda acılıyor kapı. Seslerini duyabiliyorum aslında ama beynim “yok artık” diyor. Atıl kapıyı acıyor. “Cık dısarı” diyorum. Acıklama yapmaya calışıyor bir an, ama gözüme bakıp başını öne eğmekte karar kılıyor sonunda. İğrenç kokularıyla dolmuş evin tüm pencerelerini açıp kendimi dışarı atıyorum arkalarından. Trajedik bir olay değil belki, ama drama queen kategorisine de girmez kesinlikle. Ne hissettiğimi bilmiyorum. Sanırım hiçbir şey. Ne hissetmem gerektiğini biliyorum. Ama bu da bana hiç yakışmıyor. Sanırım üstümde güzel durmayan birşey keşfettim: Boşluk.

Dopdolu kalın .)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...