19 Şub 2011

Bu dosya akışı bitmezse istenmeyen 'şey'ler olabilir.



Kısır. Şu ara aklıma en çok gelen kelime. Böyle dönemleri yoğun olan drama queenlerden değilim aslında ama birşeyler kontrolüm dışında gelişiyor bu sıra ve ben sıkıntıdayım. Bu hastalık mevzuları, sonra Atılla bağlanma durumları.  Ama artık netleşiyor herşey yavaş yavaş.  Atıl’a hala değer veriyorum. Hala onda farklı şeyler olduğunu hissediyorum.  Onunla herşeyi anlamsız kılmayı, onu anlayamamayı sonra kendimi anlayamamayı seviyorum. Bu sudan çıkmış balık anlamamazlığı değil fakat, sadece anlamsız bulma diyelim. Atıl’ın geniş omuzlarını seviyorum. Bembeyaz soluk tenini seviyorum. Çarpık gülümsemesini seviyorum. Bir yumurta hakkında saatlerce konuşabilmesini seviyorum. Ama aynı zamanda kısıtlı ve öz kalmasını seviyorum. Kısa cümleler kurabilmesini seviyorum. Kendini 3 sn.de ifade edebilmesini seviyorum. Beni 6snde ifade edebilmesini seviyorum. Açıklamalarla boğuşmadığımızı görmeyi seviyorum. Ya da Atıl’ı seviyorum belki. Bilemiyorum. Ya da uzatmaya gerek yok, evet onu da seviyorum. Ama aramızdaki ilişki adı altındaki garip şeye artık onun kadar değer vermiyorum. Veremiyorum. Aslında tam istediğim kıvamda şimdi. O bağlanma muhabbeti, benim üzerimdeki yeni ve ilginç etkisi yok mesela. Atıl onu kaldırdı. Attı. Bir anda yok ederek herşeyi. Hiçbir sebepsiz bağlantı noktasını koparıp attı Hyde Park’ta en kısa cümlelerle “Bitti” derken. Bunu bile beni tanıdığı için yapmış olabilir. Ancak bu şekilde o yabancı olduğum bağlanma hissinden kurtulacağımı hesaplamış olabilir. Yok yok, beni b.k gibi ortada bırakmasının hiçbir şekilde mantıklı açıklamasının yapılmasına izin vermeyeceğim. Genlerimin kolay unutmayacağını söylemiştim. Ve bu elime geçen oyun izninin yok olmasına seyirci kalamam. Çünkü çok eğleniyorum, hepsi bu.

1 Ocak:
Sabaha karşı Atıl’la onun evindeki partiden kaçıp bana geliyoruz. Saat 7ye geliyor ve ikimiz de birer kahve için benliğimizi satabiliriz o anda. Anahtarları bulmakta oldukça zorlanıyorum, ve Atıl da hiç yardımcı olmuyor. Gecenin detaylarını daha sonra anlatırım ama kısaca; Atılla dışarıya karşı soğuk kendi içimizde sıcak savaş ilan etmiş durumdayız. Özet: Ben en güçlü silahım olarak Piérre’i seçiyorum Atıl ise aptal bir Asyalı. Ve kız, üzerindeki iki sezon öncesinin Chanellerine aldırmadan kendini bana rakip ilan ediyor – hal böyleyken sonuçlarından beni sorumlu tutamaz değil mi :)  Neyse, uzun uğraşlardan sonra kapımı açabildiğim ana dönelim. Atılın kollarından kurtulup içeceklerimizi hazırlamaya başlıyorum. Atıl da müzik kanallarını karıştırıyor. Ben elimde kahvelerle yanına gelirken o da abuk sabuk bir finans yayınında karar kılıyor. 

Ekrandaki heyecanlı spiker 2011in ekonomi açısından optimist yanlarını anlatırken ben de Atıla fincanını uzatıyorum. Ve yanına oturuyorum. Bir yudum alıp “Çok sıcak” diyor Atıl, ve ikimiz de sehpaya bırakıyoruz elimizdekileri. Sessizce “Piérre, ha?” diyor. Ben de “O Asyalının hiçbir şekilde şansı yoktu” diyorum. Çok şaşkın “Neden” diyor, lezbiyen miydi sence diyor. “Hayır, biseksüel belki, ama problem şu ki seksüel değil”. Gülüyor ve daha da yaklaşıyor. Elini önce uzun boynuma atıyor. Ben ise hafifçe doğrulup  “Bu seçimin resmen bana hakaretti” diyorum. “En azından Piérre indirimden alınmış geçmiş sezon ayakkabılarıyla dolaşmıyor.” Diye ekliyorum. Atıl hala boynumdaki elini deneyimli adımlarla göğsüme ulaştırıyor ve “Piérre, tam bir şapşal ” derken sağ göğüs ucumu öyle bir sıkıştırıyor ki nefessiz kalıyorum. Ve ikimiz de çekişmeyi bırakıp teslim oluyoruz. Kahveler soğuyor. 





Guzel kalin .)

2 kisi tepkisini koymus.:

Okyanus dedi ki...

Ahh lolaaaa :)

Lola dedi ki...

Ahh nesesi yeter .)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...